7 Mayıs 2012 Pazartesi

Yavaş Aile Hareketi



Cittaslow tabiri ile tanıştım ilkin. Metropollerdeki hızlı akışın ve buna paralel giden hızlı yaşamların ve hızla geçen zamanların aksine biraz yavaşlamayı ve yavaş geçirilmesi gereken zamanları anımsattı bana bu tabir. Seferihisardı ilk duyduğum.
Derken İzmir’e düştü yolumuz. Bir Pazar günü gezmeye gitmek üzere hazırlanıyorduk. Neden bilmem acele ediyorduk. Sanki resmi bir dairede, mühim bir randevumuz vardı ve biz geç kalıyorduk. Pür telaş ve neredeyse nefes nefese çocukları zaptetmeye ve hiç dolanmadan, aksamadan bir an önce dışarı çıkmaya bakıyorduk. Bir an halimiz, telaşımız ve gereksiz gerginliğimiz dikkatimi çekti. Bir kaç adım geri çekilip kendi halimize uzaktan bir gözle baktım ve durumdan hiç hoşlanmadım. Niyeydi bu telaşımız? Nereye yetişmeye çalışıyorduk? Hepi topu sözde keyfimizce gezmeye çıkıyorduk. O zaman neden bunca acele ediyorduk? Telaşımıza ayak uyduramayan ve çocuk olmaları hasebiyle; doğal olarak oraya buraya takılan çocukları böyle böyle hırpalıyor, İ. ile hırlaşıyor, en ufak aksilikte karşımızda kim varsa ona çatıyor; ki çattıklarımız çoğunlukla da masum çocuklar oluyor ve gerginlik artan ivmeyle sürekli tırmanıyordu. Üstelik dışarı çıkmakla da iş bitmiyordu. Arabaya binmenin gerginliği zor bitiyor, ardından İ. bir an önce yetişmek için arabayı pür sürat kullanıyor, bu sırada karşısına çıkan engellere ateş püskürüyor, ben olanlara kızıyor, zaten burnundan soluyan İ. ile kapışıyor ve zor zahmet gideceğimiz yere varıyorduk. İşin en berbat tarafı varış noktasında bir tatlı huzur bulsak dahi gene yerimizde duramıyor, bilhassa İ. devamlı plan tazeliyor ve harıl harıl iş yapar gibi, görevli gibi gezintiyi tamamlıyor, gene aynı telaş ve gerginlikle eve dönüyorduk. Durdum, düşündüm. O sırada otelden çıktık.
Arabada herkes yerine yerleşmiş, ortama sükunet hakim olmuş ve biz henüz hareket etmişken İ. ye döndüm. Saatli bir yere yetişmeye çalışmıyoruz, gönlümüzce gezmek istiyoruz, o halde neden sürekli acele ediyoruz, dedim. Lütfen halimize dikkat kesilelim ve kendimizi yavaşlatalım, dedim.
İ. de, ben de tezcanlıyızdır. Bir iş hemen olsun, bir yere hemen gidilsin, dönülecekse hemen dönülsün, asla ve kat’a vakit kaybedilmesin isteriz. İkimizin de doğasında var olan bu durum, İstanbul gibi hızın ve saatin pek kıymetli olduğu bir şehirde yaşamakla beşe ona katlanmış ve bence çok yıpratıcı bir hal almış. Hele çocuklarla. Herşey pürüzsüzce olsun bitsin, her iş pürüzsüzce aksın gitsin isteyen bizler haliyle hemen her hali pürüz olan ve her an ortamda arıza çıkaran çocuklarla çok zorlandık. Ve bu telaş yüzünden aslında çok, pek çok güzel anı farketmeyip kaçırdık. Selim ne zaman büyüdü, ne yaşadık, ya Kerim, o iyice arada kaynadı, hasılı yavrularımızın o mis gibi bebekliklerini, o nadide zaman dilimlerini ıskaladık. Çünkü hep acelemiz, hep telaşımız vardı.
O günkü konuşma nispeten işe yaradı. Ben telaşımın farkına vardıkça kendimi yavaşlatmaya çalıştım. İ. hızlandığında da yavaşlamayı hatırlattım. Ve yavaşlamak gerçekten de bizi rahatlattı. Bu işten en çok da çocuklarımız pozitif yönde nasibini aldı. Bilhassa kır gezilerimizde bu rahatlama çok işe yaradı. Anın, doğanın tadını çıkardık. Misalen, gelincik tarlasına ulaşmak için acele etmedik, dikenli yolları telaşsız geçtik, zamanı ve anı ağır ağır sindirdik. Sinirler yatıştı, ortam gevşedi ve aile huzuru geri geldi. Ki bu çok önemliydi. Hepimiz için. Çok önemsediğim ve istediğim ‘Mutlu Çocukluk Anıları Oluşturma’ tezime çok uygun düştü halimiz. Bundan sonra da aklım ve dikkatim bu yönde olsun istiyorum ve çabalamaya devam ediyorum/uz. Hatta bu yavaşlama hareketini büyütmeyi düşünüyorum. Slow Food gibi yemek yemeyi yavaşlatmayı, yeme adabını ve edebini ayağa kaldırmayı, misalen bir elmayı dahi hakkıyla ısırmayı, içindeki esrarı bünyeme katmayı düşünüyorum, çabalıyorum.

Hiç yorum yok: