Cittaslow
tabiri ile tanıştım ilkin. Metropollerdeki hızlı akışın ve buna paralel
giden hızlı yaşamların ve hızla geçen zamanların aksine biraz
yavaşlamayı ve yavaş geçirilmesi gereken zamanları anımsattı bana bu
tabir. Seferihisardı ilk duyduğum.
Derken
İzmir’e düştü yolumuz. Bir Pazar günü gezmeye gitmek üzere
hazırlanıyorduk. Neden bilmem acele ediyorduk. Sanki resmi bir dairede,
mühim bir randevumuz vardı ve biz geç kalıyorduk. Pür telaş ve neredeyse
nefes nefese çocukları zaptetmeye ve hiç dolanmadan, aksamadan bir an
önce dışarı çıkmaya bakıyorduk. Bir an halimiz, telaşımız ve gereksiz
gerginliğimiz dikkatimi çekti. Bir kaç adım geri çekilip kendi halimize
uzaktan bir gözle baktım ve durumdan hiç hoşlanmadım. Niyeydi bu
telaşımız? Nereye yetişmeye çalışıyorduk? Hepi topu sözde keyfimizce
gezmeye çıkıyorduk. O zaman neden bunca acele ediyorduk? Telaşımıza ayak
uyduramayan ve çocuk olmaları hasebiyle; doğal olarak oraya buraya
takılan çocukları böyle böyle hırpalıyor, İ. ile hırlaşıyor, en ufak
aksilikte karşımızda kim varsa ona çatıyor; ki çattıklarımız çoğunlukla
da masum çocuklar oluyor ve gerginlik artan ivmeyle sürekli
tırmanıyordu. Üstelik dışarı çıkmakla da iş bitmiyordu. Arabaya binmenin
gerginliği zor bitiyor, ardından İ. bir an önce yetişmek için arabayı
pür sürat kullanıyor, bu sırada karşısına çıkan engellere ateş
püskürüyor, ben olanlara kızıyor, zaten burnundan soluyan İ. ile
kapışıyor ve zor zahmet gideceğimiz yere varıyorduk. İşin en berbat
tarafı varış noktasında bir tatlı huzur bulsak dahi gene yerimizde
duramıyor, bilhassa İ. devamlı plan tazeliyor ve harıl harıl iş yapar
gibi, görevli gibi gezintiyi tamamlıyor, gene aynı telaş ve gerginlikle
eve dönüyorduk. Durdum, düşündüm. O sırada otelden çıktık.
Arabada
herkes yerine yerleşmiş, ortama sükunet hakim olmuş ve biz henüz hareket
etmişken İ. ye döndüm. Saatli bir yere yetişmeye çalışmıyoruz,
gönlümüzce gezmek istiyoruz, o halde neden sürekli acele ediyoruz,
dedim. Lütfen halimize dikkat kesilelim ve kendimizi yavaşlatalım,
dedim.
İ. de, ben
de tezcanlıyızdır. Bir iş hemen olsun, bir yere hemen gidilsin,
dönülecekse hemen dönülsün, asla ve kat’a vakit kaybedilmesin isteriz.
İkimizin de doğasında var olan bu durum, İstanbul gibi hızın ve saatin
pek kıymetli olduğu bir şehirde yaşamakla beşe ona katlanmış ve bence
çok yıpratıcı bir hal almış. Hele çocuklarla. Herşey pürüzsüzce olsun
bitsin, her iş pürüzsüzce aksın gitsin isteyen bizler haliyle hemen her
hali pürüz olan ve her an ortamda arıza çıkaran çocuklarla çok
zorlandık. Ve bu telaş yüzünden aslında çok, pek çok güzel anı
farketmeyip kaçırdık. Selim ne zaman büyüdü, ne yaşadık, ya Kerim, o
iyice arada kaynadı, hasılı yavrularımızın o mis gibi bebekliklerini, o
nadide zaman dilimlerini ıskaladık. Çünkü hep acelemiz, hep telaşımız
vardı.
O günkü
konuşma nispeten işe yaradı. Ben telaşımın farkına vardıkça kendimi
yavaşlatmaya çalıştım. İ. hızlandığında da yavaşlamayı hatırlattım. Ve
yavaşlamak gerçekten de bizi rahatlattı. Bu işten en çok da çocuklarımız
pozitif yönde nasibini aldı. Bilhassa kır gezilerimizde bu rahatlama
çok işe yaradı. Anın, doğanın tadını çıkardık. Misalen, gelincik
tarlasına ulaşmak için acele etmedik, dikenli yolları telaşsız geçtik,
zamanı ve anı ağır ağır sindirdik. Sinirler yatıştı, ortam gevşedi ve
aile huzuru geri geldi. Ki bu çok önemliydi. Hepimiz için. Çok
önemsediğim ve istediğim ‘Mutlu Çocukluk Anıları Oluşturma’ tezime çok
uygun düştü halimiz. Bundan sonra da aklım ve dikkatim bu yönde olsun istiyorum ve çabalamaya devam ediyorum/uz. Hatta
bu yavaşlama hareketini büyütmeyi düşünüyorum. Slow Food gibi yemek
yemeyi yavaşlatmayı, yeme adabını ve edebini ayağa kaldırmayı, misalen
bir elmayı dahi hakkıyla ısırmayı, içindeki esrarı bünyeme katmayı
düşünüyorum, çabalıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder