Bir
 aya yakındır çocuklarla oteldeyiz. Normalde bu tip yerler benim gibi 
gözlemciler için bulunmaz nimettir. Eskiden olsa neredeyse her kişinin, 
her hikayenin filmini çekerdim. Lakin şimdi serde annelik var. Hem de 
iki çocuklu deli annelik. Dolayısıyla, ben genelde çocuklardan yana dibe
 vurmuş, onların işine gark olarak dağılmış vaziyette olduğumdan ve 
kendi küçük keşmekeşliğimizde kaybolduğumuzdan, değil bu asli vazifemi 
yerine getirmek kafamı dahi kaldıramıyor oluyorum. Ancak kırk yılda bir 
yalnız kalmışsam yahut Kerim pusetinde uyurken Selim’i de elinde 
tutuşturduğum tablet bilgisayar ile zaptu rapt altına almışsam gözlerimi
 dünyaya açabiliyor ve birşeyleri seçebiliyorum. Tabii herşeye rağmen 
gözümden kaçmayan sahnelerle dolup taşıyorum. Haliyle özellikle çocuklu 
aileler ve kadınlar üzerinde odaklamıyorum, zira geneli izleyemeyecek 
denli vaktim kısıtlı. Neyse, dinlemek isteyen beri gelsin.
.
.
İlk 
haftaydı. Son derece asil bir anne ve 5 yaşlarında bir oğlu vardı. Öyle 
ki çocuk fularla dolaşırdı. Ve ne yazıktır ki bu aile ile biz bir sabah 
yan masalarda oturmuştuk. Aksi gibi zaten keşmekeş olan halimiz o gün 
şaha kalkmış, dahası benim açımdan acınası ve ağlamaklı bir hal almıştı.
 İki masaya bakanın gözünde bence tek düşünce canlanmıştı: Asaletli aile
 ile Avam aile. 
Sağ masada
 asil aile vardı. Son derece bakımlı bir anne, pırıl pırıl ve aydınlık 
bir çocuk ve işinde gücünde bir yardımcı. Külliyen nezaket ve sükunet 
hakimdi sağ masaya. Sesler yükselmiyor, hareketler asla ve kat’a 
büyümüyor, herşey ince, herşey küçük ve narin. Misalen çocuğun tuvalet 
ihtiyacı beliriyor, anne hiç istifini bozmuyor, narin elleri ile 
kahvaltısına devam ediyor, yardımcı alıp çocuğu götüyor ve işlem son 
derece gürültüsüzce hallediliyordu. Ve dönüşte çocuğu oldukça sakin 
sesiyle -sevgilim geldin mi- diyerek tıpkı kraliyet ailesi filmlerindeki
 gibi tek yanaktan öpücükle karşılıyordu anne. 
Sol masada
 ise Avam aile yani biz vardık. Kerim mama sandalyesini gelene dek 
koltukta oturuyordu. Ve ben açık büfeye doğru yollanıyordum. Derken 
Selim ardımdan bağırıyordu. -Anneeeeee, Kerim örtüyü çekiyor- Ben son 
derece kaba adımlarla ve kaşlar çatılmış halde, ama sözümona 
çaktırmayarak masaya koşuyordum. Örtüyü düzelttikten, Kerim’e hem çeki 
düzen ve hem de ültimatom verdikten sonra tekrar açık büfe istikametine 
dönüyordum ki… bu kez eskisinden de yüksek sesle bağırıyordu Selim: 
Anneee, anneee koş Kerim masayı döktü. Tahmin edildiği gibi Kerim az 
önce yarım kalan işini tamamlıyor ve ortalığı da, beni de perişan 
ediyordu. İçi süt dolu fincanlar, çatallar, bıçaklar, tabaklar herşey 
bulamaç olmuş halde yerde kısmen Kerim’in üstünde, kısmen de yerde 
yatıyordu. İşin kötüsü bunca gündür olmayan bu rezalet tam da bugün, bu 
asil ailenin hemen yanıbaşında oluyordu.
Ortalık 
nispeten sütliman olunca ve asil anne son derece kibar yöntemler 
kullanıp oğluyla oğullarımın tanışmasını sağlayınca patlattı bombayı: 
yardımcınız yok herhalde bugün, dedi. Ben irkildim: Yok evet, o yardımcı
 bizzat benim. A, öyle mi, ne kadar da güzel idare ediyorsunuz bir 
başınıza iki çocukla, dedi. Dedi de, iyi birşey mi dedi, kötü birşey mi 
doğrusu bilemedim.
 

 
 
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder