19 Ocak 2012 Perşembe

Düşüş



Camus - The Fall Dün İ.* gene İngiltere’ye gitti. Gene burkuldum, gene yerinden kalkmaz oldu elim kolum, gene güçten düştüm ve tüm gün süründüm. Zaruri birkaç işi güç bela yaptım; gerisinde uyuşmuş gibi bilgisayar başındaydım. Yemeğe de vurmadım kendimi bu kez, tuttum. Zaten haftalardır azgın bir boğa gibi sürekli yemeğe saldırıyordum, bugün hazır İ. de yokken, nefsim bin kat sınava çekilmezken yemeyeyim dedim, yemedim!
Bugünlerde neden bilmem, kolum kanadım kırıktı zaten. Kendiliğimden buruktum. Üstüne gitmeler de eklenince hepten duruldum. Gidişine üzülüyorum İ.’nin tabii, ama deseniz ki aşktan, sevdadan, ayrılık yangınından mı, değil! Yalnız, çocuklarla kalmak mı, o da değil! Çünkü gördüm ki olağanüstü aksilikler, hastalıklar yoksa normal rutinimiz hiçbirşey değil. Mesele başka!
“Hep gidenin ardında kalmak, hep gidenin arkasından kapıyı içeriden kapayan olmak, yolcu olma hasretindeyken devamlı surette yolculayan olmak, O giderken adeta koşarak,** ben İ. bakkala gidiyor gibi ruhsuz ve duygusuz ama aynı zamanda fizana gider gibi umutsuz ve burkularak oturdum ya yerime, işte buydu mesele!”
Kıyasladıklarım var mesela. Hayata Kısa Bir Mola için attığım binlerce takla, kıvranmalarım geliyor aklıma, daha çok kızıyor, kırılıyorum hem kendime hem ona. Ben bir akşamüzeri Üsküdar’dan Beşiktaş’a gitmek için ve dahası gittikten günler sonra da sıkıntı, azap çekerken, sebebi iş, kariyer adı ne olursa olsun, İ.’nin gayet rahatça ve hatta güle oynaya evden gitmesi, gidebilmesi ve dahası gidebiliyor olması kırdı, burktu beni.
Baharda yapmayı planladığımız Amerika seyahatinin taşınma işlerinden dolayı, büyük ihtimalle gerçekleşmeyecek olması var bir de. Birkaç yıldır gitmeyi düşündüğüm her yer geri tepti, aldırmadım, ama bu olsun istiyordum. Zira sırf seyahat değil, görmek istediğim güzel insanlar vardı ve ben onlar oradayken gitmek istiyordum. Yalnız gideyim diyorum, ona da geçit yok! Zaten gitme demiyor İ., zekice kesiyor önümü; 3 günlüğüne gidebilirsin diyor, şaka gibi söylüyor ama bence ciddi! Ben de şakalaştım onunla, dedim ki; gidip de döneceğimi ne biliyorsun da bunca özgüvenli konuşuyorsun? Biliyor ama çocuklarıma ne denli düşkün olduğumu biliyor, de, beşerin şaşma ihtimalini hiç düşünmüyor. Hani ben bile güvenmezken kendime, sanırım O bana fazlaca güveniyor.
“Hasılı, fıtratımda kuşlar gibi özgür olmak varken ve ben her an kafesimin tellerini tırmalıyorken, gerisin geri içeriye tıkılmak boğuyor beni.”
Oysa bıraksalar, cebime de üç beş kuruş ve vize koysalar dünyanın öbür ucuna gider gelirim, yani herhalde gelirim. Sonra sırf İ. değil ki, ben oturduğum yerde otururken, oradan oraya kuşlar gibi seken, keyfince, dilediğince gezen insanlar var, görüyorum hem de her an. Her ne kadar kendimi telkin etsem de rıza yönünde, nefis bu çekiyor işte, zaten seyahate aş eriyorum. Öyle başkasının malında, parasında, lüksünde hiç gözüm kalmıyor şükürler olsun ama seyahat ve özgürlük sözkonusu olunca gözüm kalıyor, içleniyorum. Hasılı sık sık irtifa kaybediyor, şükürle yükselmek isterken hızla düşüşe geçiyorum. Sonra birden düşünüyorum, e, bu olayların müsebbibi kim sence, kime içleniyorsun diyorum. En evvela kendi tercihlerin, onlara yor halini diyorum. Sonra ne hayat, ne kader kendi başına canlı bir organizma değil ki onlara içlenesin! İ. tastamam müsebbibi hiç değil, olsa olsa ondan daha fazla anlayış bekleyebilirsin!  Asıl muhatabın kim?
İçimden geçen kırgınlıklardan yola çıkarak, vardığım noktaya şaşakalıyorum, şuursuzluğumdan utanıyor, irkiliyorum. Hayrola, razı mı değilsin ki, diyecek olurum; sarsılıyorum. İçimden geçmekte olan bu cümleyle ürperiyorum. Mahçubiyet sarıyor her yerimi, derken şefkatini ve engin sevgisini duyumsuyorum ve o sevgiyle sarılıp sarmalandığımı hissediyorum. Ekliyorum: ‘Sen ne yaptıysan muhakkak benim için en iyisini yaptın! Hep yaptığın gibi. Herşey hep yerli yerinde ve harika! Herşey hep güzel! Belki içindeyken kıvranıyorum, ama çoğunu sonradan ziyadesiyle anlıyorum, bu hep böyleydi tıpkı şimdiki gibi. Kusursuz bir satranç oyuncusu gibi her hamlen (şüphesiz) yerli yerinde, her hamlen çok manalı, her hamlenin sonradan kıymeti anlaşılırdı. Ve çoğunun sonucu şaşırtıcı, hayranlık uyandırıcı. Ben bilmezdim, çömezdim bu oyunda, bazen hamlelere içlendim, bazen edepsizce söylendim, oysa beni benden daha iyi bilen sensin, elbette hakkımdaki en doğru hükmü sen vereceksin’***
Ben tezcanlı biriyimdir, herşey hemen olsun isterim. Oysa çok iyi bilirim ki, benim cahilane isteklerim hakkında bildiklerim, kainatta bir zerrecik bile değil. Bugün ölesiye istediğim nice şeye, çok değil yarın -şükürler olsun ki olmamış isteğim- diyerek oh çektiğim, nice hatırayla doluysa belleğim, nasıl söylenebilirim içimden dahi olsa, sümme haşa!  Muhtemeldir ki pişmem gerekli. Önce sabrı öğrenmem gerekli. Belki bir nebze tercihlerimden dolayı böyleyim, ama o bile sebepli. Kapının ardında kalsam da biliyorum var pek çok hikmeti. Ve gene biliyorum ki, açılacak o kapı, daha önce açılan niceleri gibi. Gelecek o günler de, gelmiş geçmiş nice güzel günler gibi. Hasılı zaman zaman düşsem de, ümitvarım, çok hem de!
——————————————————————————————————————————————————————————-
*İ.: İsmin kısaltmasıdır. Bundan böyle bu şekilde bahsi geçecektir.
**Evet bu kez açıkça gitmek istiyordu, bunalmıştı bence evde, doktor gitmesen iyi olur dediği halde gitti gene de özgürlüğüne.
***Anne Cafe’nin şuradaki yazısında geçen büyüleyici ve enfes duaya rast getirildiğim geceye şükürler olsun. Aklımda ve gönlümde duruyor öyle, silkeliyor yeri gelince.

Hiç yorum yok: