Selim
belgesel izlemeyi çok sever, hatta öyle ki belgeselleri çoğu filme
tercih eder. Ancak şu sıralar yaşadığımız olaylar, kötü sayılan şeylerin
tümden kötü olmayabileceği gibi, iyi sayılan şeylerin de tümden iyi
olmayabileceğinin ispatı gibi. Belgesel mevzusu pahalıya patladı çünkü.
Bu patlamadan önce de rastgele her belgeseli izlettirmiyorduk elbette,
zira ne kadar da olsa Selim bir çocuktu. Lakin bazen en masum çizgi
filmden bile korkacak şey bulabiliyor çocuklar ve gözden kaçıyor yazık
ki böylesi anlar. Haliyle anında müdahale etmek mümkün olmuyor, siz
farkedene dek çocuğun içindeki basit korku dallanıp budaklanıyor ve
içinden çıkılmaz bir hal alıyor.
Selim okulda belgesel izlemiş. Tarih öncesini anlatan bir belgesel. Derken belgeselde ‘Dehşet Kuşu’ adında
bir hayvana denk gelmişler. Çocukların çoğu korkmuş ve sınıfı terketmiş
ancak Selim izlemekte ısrar etmiş. Yetmemiş bir de zaten dehşetli olan
kuşa, daha da dehşetengiz hikayeler eklemiş. Önce etrafındaki ürkekleri,
ardından da anlata anlata kendini öyle bir inandırmış ve öyle bir
etkilemiş ki, hali evlere şenlik. O günden beri, evde gölge gibi bizi
takip ediyor, odalarda yalnız başına asla ve kat’a kalmıyor, banyoya
yalnız gidemiyor, tuvaletini olabildiğince tutuyor, odasına adımını dahi
atmıyor, geceleri odasında yatamıyor, kolay kolay ağlamayan çocuk
hıçkıra hıçkıra -Burada uyuyamam, korkuyorum!- diye ağlıyor, haliyle
salona geliyor ve koltuk üstlerinde geceyi geçiriyor, uykuları devamlı
surette bölünüyor, bazı geceler -kuş, kuş!- diye sayıklıyor ve çok
severek, güle oynaya, hergün ilk günkü heyecanla gittiği okula dahi
gitmek istemiyor. Sebebi; tuvalete tek başına gitme ihtimali. Evde hiç
olmadığı kadar Kerim’in varlığından memnun, zira kendine gönüllü amade
olan Kerim’le avunmaya, korkusunu unutmaya çalışıyor.
Diyelim
ki, odasına gitmesi icap etti Selim’in, hemen -Keriim gel, oynayalım-
diyor, Kerim 2 yıllık ömründe görmediği rağbeti görüyor ve bunun
coşkusuyla hepten aşkla abiyi takip ediyor. Oynuyorlar masada, faaliyet
yapıyorlar diyelim, Kerim uzun süre oturamıyor tabii, sandalyeden
kalkmaya yeltendiği an daha Selim başlıyor -Kerim gitme, gitme Kerim-.
Dün gün boyu ceza aldı nerdeyse Selim, haliyle Kerim’i yanında tutmak
için epeyce çaba sarf etti. Öyle ki artık açıkça; -Kerim gitme, abi
korkuyor tamam mı Kerim?- diyor. Öbürü de anlar mı anlamaz mı bilinmez:
taam, diyor, Kerim odadan çıkınca Selim delirmiş gibi onu yanına
çağırıyor, bizimki salondan koşa koşa abisine geri gidiyor, -ab-bi
n’oldu ab-bi, ab-bi ko-kuyor, ab-bi ko-kuyor- diye imdadına yetişiyordu.
Hem komik, hem içler acısı bir haldi. Hasılı bizim karizmatik Selim hiç
bu kadar zavallı görünmemişti.
İlk
günlerde korkusunu çok da ciddiye almadım. Birkaç kez, bunun küçükken
benim de başıma geldiğini, hikayelerin hikaye olduğunu bilmeme rağmen
onlardan etkilendiğimi, aynı kendisi gibi, korkudan yalnız kalmak
istemediğimi ancak bunun üstüne giderek zamanla unuttuğumu ve bu
korkudan kurtulduğumu anlattım. Şaşkınlıkla, -A, sen de mi korktun
yani?- dedi, ilgiyle dinledi. Ve üstelik çocuklukta bunun normal
olduğunu söyleyince ve hemen herkesin bu evreden geçtiğini de ekleyince
bir rahatlama oldu Selim’de. Nispeten işe yaradı bu konuşma sanki, ancak
gece olunca gene beter oldu zavallıcığın hali. Bir süre sonra gene
korkular ayyuka çıktı, gene tuvalete dahi gidemedi, elini yıkamaktan
kaçındı, küçük yalanlar devreye girdi, üstünü değiştirmeye yanaşmadı,
mesela giysilerini katlayıp odasına götürmemek için hiç hazzetmediği
halde kazakla saatlerce ter içinde oturdu. Gene bir iki makul konuşma
yapmaya çalıştım. Gene dinledi ama fayda vermedi. Dün tatilde okulu açık
olmasına rağmen gitmeyeceğim, dedi. Ben de nasılsa tatil diye üstüne
gitmedim. Gitmedi ve asıl gerçeği de gizledi.
Dün evde
temizlik vardı. Evdeki fazlalıkları elden çıkarmak ve İngiltere’ye
gidecek oyuncakları ayıklamak derdindeydim. Kabus oldu gün tabii.
Çocukların ikisi de, oyuncakları ilk kez görüyormuşçasına saldırıyor,
ben topluyorum onlar dağıtıyor, yetmedi Selim ne laf dinliyor, ne
duruyor ve devamlı surette arıza çıkarıyordu. Bu arızalar da her
seferinde Kerim üzerinde ortaya çıkıyor; hasılı ne Kerim’den vazgeçiyor
ne de onu perişan etmeden durabiliyordu. Kerim şamar oğlanı gibi boyuna
darbe yiyor, boyuna ağlıyor, ama abinin anlamlandıramadığı ilgisine ve
çekimine de karşı koyamıyordu.
İ.’le
birkaç gündür devam eden bu türden arızaları -hastalık öncesi
alametleri-ne bağlıyor, ben ah-u vah ediyorum, ertesi gün pişman olmamak
için dayanmaya çalışıyor ama illa ki çileden çıkıyordum. Sesimin gene
tiksindiğim perdeleri ortaya çıktı, ağlamalar, bağırmalar, isyanlar evin
genel sesi oldu, gene komşularımdan utandım ve gene kendimden dahi
sıkıldım. Ceza vermekten yıldığım ve çok sıkıldığım anlarda gidip,
dünyanın en uyumlu ve yumuşak sesiyle konuştum Selim’le. Gözleri
gözlerime bile değmiyordu, geçen sene okulda sorun yaşarken olduğu gibi;
göz teması kurmuyor, zorla karşıma alsam boş bakıyor, aldırmıyor ve
komut almıyordu. Kuvvetli br problemi olduğuna alametti bu durum, bu
yüzden uzun süre sakinliğimi korumak için epeyce çaba sarfettim. Kah
çocukların olmadığı yerlerde duvarları yumrukladım, kah köşelerde
ağladım, kah pencereden uzatıp başımı derin derin nefes aldım. Ancak
nafile, Selim durdurulamıyordu, gecenin bitiminde ortalık savaş alanına
döndü gene.
Gün içinde
Selim’in çelişkisi de tam gaz devam ediyordu; yani bir yandan herşeye
dayılanıyor, isyan içinde didişiyor, bir yandan da kah Kerim’i yanına
çekerek, kah -anne tuvalete gideceğim, şarkı söyler misin- diyerek
korkusunu bastırmaya çalışıyor, hasılı zavallı ve gülünç olma hali
arasında gidip geliyordu. Bense delirdiğim zamanlarda korkusuna
aldırmadım. Ne halin varsa gör deyip savsakladım. Tuvaletim var
dediğinde, -Altına yap!- diyecek kadar çığrından çıktım. Ama bir an
geldi ki çok korktum; zalimliğimden ve bu zulmün karşılıksız
kalmayacağından korktum. Ya dedim, Selim’in korkusu tahmin ettiğimden
daha güçlüyse? Ya ben onu anlamıyorsam? Ya onu anlamanın yolu, benim de
bu duyguyu yaşamamsa? (Ki genellikle böyle oldu) Ya onu anlamamı
sağlayacak bir korku benim de karşıma çıkarsa? Aman, ne var ki
korkabileceğim, türünden içimden şimşek hızıyla geçen cümleyi
savuşturdum ve zalimliğimin bedelini ödemekten korkarak bu düşünceyi
zihnimden hemen kovdum. Ancak hayatta herşey mümkündü ve en çok
korktuklarımız gerçekleşmez miydi? Ben de bedelini ödedim. Nasıl mı,
merak edenler yarını beklesin →
Bunlar da ilginizi çekebilir:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder