21 Aralık 2011 Çarşamba

Mutluluk Dersleri 11



Bizim cephede düşünme, taşınma konuları had safhada şu sıra. İngiltere’ye gitmek henüz kesinleşmemişse de, bende gitme hüznü hasıl oldu bile. Böyleyimdir ben zaten;
“Gelirim; ‘Oh! Şükürler olsun, İstanbul’a kavuştum!’ der sevinirim, sanırsın ki sürgündeydim, dururum bir süre; iyimser ve keyifliyimdir, ardından sızlanmalar baş gösterir; giderek iyimserliğimi kaybeder, buraya gelmek için kendime olumlu telkinde bulunduğum ne varsa kötülerim, böylece kendimi gitmek için sahici sebeplerim olduğuna inandırır, sonunda da ikna ederim ve gitmek isterim, ivedilikle hem de. Gitmeye yakın da epeyce hüzünlenirim. Hele tam giderken hele ki havalimanı yolu üzerindeyken; sanki beni bu şehirden zorla ayırmışlar gibi; gözüm arkada, gözlerim yaşlı, içim buruk ve yüreğim hüzünle dopdolu, kırık şehre veda ederim. Buna rağmen hala gitmek isterim.”
Yeni gelin misali, hem ağlarım hem giderim hasılı.
Sanırım bu duyguların tesiriyle fazlaca İstanbul, fazlaca Selimiye temalı oldu bu Mutluluk Dersleri.



Mutluluk; denize çıkan İstanbul sokaklarında olmakta. Mutluluk; denize çıkan o sokakların birinde oturmakta. Mutluluk; henüz gelen akşamın neon mavisi rengini sokaklarda karşılamakta. Mutluluk; bu renge eşlik eden ezan sesini duymakta. Mutluluk; henüz yanan sokak lambalarının aydınlattığı sokakların nostaljik ve romantik havasında. Mutluluk; böylesi zamanlarda, böylesi sokaklarda bir başka haleti ruhiye ile dolaşmakta!

Aziz İstanbul
Mutluluk; rüzgarlı ve kapalı havanın etkin olduğu bir günde dahi İstanbul’un güzelliğinden hiçbir şey kaybetmetmediğini, bilakis ziyadesiyle güzelleştiğini görmekte. Mutluluk; pastel tonlara bürünen göğün ve bu renge paralel giden denizin ve şehrin silüetini berraklaştıran sert rüzgarın oluşturduğu muazzam manzarayı seyretmekte. Ve mutluluk, rüzgarın kulağıma getirdiği coşan martıların şarkılarını dinlemekte. Hasılı mutluluk; doyamamak bu nadide güzelliğe!


Mutluluk; yaprakların görsel şöleninde. Mutluluk; herbirinin eşsizliğini görmek ve kaybolmayı istemek içlerinde. Mutluluk; bir olmayı istemek evrenle ve bazen bakarken böylesi bir güzelliğe, hissetmek bir olmayı derininde.

Gün Batarken
Mutluluk; kapalı bir günün sonunda, kara bulutlardan sıyrılıp ortaya çıkan ve vedalaşmadan hemen önce, harika bir sürprizle bizleri selamlayan  güneşi ve onun gün batımına denk düşen enfes renklerini görmekte. Mutluluk; güneşli, açık Kış günlerinin ferah ve renkli gökyüzünü seyretmekte. Baktıkça hücrelerine dek ferahladığını hissetmekte. Ve mutluluk; guruba karşı aşk ile meşk ile dolup taşmakta, maşuğuna bir kez, bir kez daha hayran kalmakta.


Mutluluk; içtenlikle birbirini seven kardeşleri seyretmekte. Küçüğün ağbisine olan derin sevgisi ve devamlı ilgisini istemesi, bu sebeple büyük televizyona dalmışken gidip ağzının içine girmesi, büyüğün en sevdiği filmde bile kardeşine ilgiyle dönmesi ve hatta bazen -Kerim’cim seni unutmadım, sadece filme dalmıştım- diyerek onu ihmal etmediğinin altını çizmesi ve şefkatle okşaması, sevmesi kardeşini, ardından büyüğün tekrar televizyona yönelmesiyle, küçüğün ağbinin bedeninde nereye denk gelirse orayı öpmesi, büyüğün tekrar silkinmesi ve öpücük yağmuruna tutmaları birbirlerini, ardından sevgiyle kucaklaşmaları mutluluktur, çok büyük mutluluktur. Ve böylesi bir mutluluk, çekilen sıkıntıların tümünü unutturur. Hatta şükrün doruğuna ulaştırır bu mutluluk!


Mutluluk; doymadığım kahve çeşitlerinde. Misalen, bu kez, Muskatlı Dibek Kahvesi’nde mutluluk!


Mutluluk; pürüzsüz, engelsiz, safi tan kızıllıklarına şahit olmakta. Mutluluk; bayıldığım günbatımlarına, eşsiz tan kızıllığına ulaşmanın kolaylığında. Mutluluk; bir adım ötemdeki Harem sırtlarından yakaladığım berrak günbatımlarında ve buna şahit olmakla kendimi şanslı ve özel saymakta.


Mutluluk; kara yağız oğlumla, kar beyazı oğluma bakıp; iki farklı surette, iki farklı dünyayı evime gönderene binlerce kez, minnetle şükretmekte. Mutluluk; biraz büyüseler de, anne için özel olan minik elleri seyretmekte. Hele bileğinden sıyrılmışsa giysisi ve açılmışsa yarı tombik elleri!


Mutluluk; günışığının etkisiyle rengi her an yeni bir tona, yeni bir güzelliğe dönen, penceremdeki minik kaktüsü seyretmekte ve sevmekte.


Mutluluk; Selim’in uzunca süredir sayıkladığı -kahvaltıya bizim köfteciye gidelim anne-  cümlesi üzerine, İlter’in de burada olması hasebiyle, zorlukla kendimizi dışarıya attığımız ama devamında pek huzurlu ayrıldığımız Filizler Köftecisi’ne gitmek ve bu enfes manzarayı yeniden görmekte.

Mutluluk; ara sıra yenen bir dilim pastanın lezzetinin, her an yenen pastanın lezzettinden kat be kat güzel olduğunun farkına varmakta. Mutluluk; her daim yenenin, kıymeti harbiyesinin kalmadığını farkedip; az yemenin ve nadiren yenen leziz yiyeceğin ne denli kıymetli olduğunu anlamakta. Ve buna tutulup, her daim yemekten, bile bile, değil ki diyet zoruyla vesaire, kendi rızasıyla kaçınmakta. Ve bunun için kendini kutlamakta.


Mutluluk; doğanın suya düşen kusursuz aksini seyretmekte. Mutluluk; ağaçları muhabbetli bir dost gibi görmekte ve sevmekte onları; heybetli ve sıcak gövdesiyle, kapsayıcı cömert dalları ve her biri bir başka özel ve güzel olan yaprakları ile. O yapraklar ki; dalında başka güzel, rüzgarın tesiriyle yere düşerken ve gelin gibi süzülürken başka güzel, kaldırıma düşmüşken başka, toprağa düşmüşken başka güzel ve suya düşmüşken güzel, çok güzel hem de. Mutluluk; sudaki hareketlenmenin oluşturduğu dairesel dalga şekillerini izlemekte. Ve doğanın devamlı hareket halinde olduğunu, durağanlıktan ne denli uzak olduğunu aynel yakin farketmede.

Mutluluk; evde pişen kekin kokusunun verdiği tatlı huzurda. Mutluluk; pişmekte olan kekin kokusunun, evin odalarını dolaşması gibi içimin odacıklarında da dolaşması ve huzurumu kat be kat arttırmasında. Mutluluk; nadir de olsa böylesi anların oluşmasında ve sevinmek buna. Koku hafızası yoluyla, çocuklarım için Mutlu Anlar Seremonisi oluşturmak adına verdiğim üstün (!) gayretten dolayı da kendimi kutlamakta mutluluk.

Mutluluk; Mavi Yıldız Ağacı dediğim bu ağacı keşfetmekte. Ve ilişip yanına, sokulup iyice yıldızlarına mest olmakta mutluluk. Ve bu yıldızların başka yıldızları ilk gördüğüm anı, heyecanı hatırlatması: 2009 Kışı. St.Petersburg’dayız. Kar yağıyor gene. Normal buluyoruz. Derken Selim’in arabasına düşen kar tanelerine ilişiyor gözümüz. Lapa lapa değil, top gibi de değil; bildiğimiz yıldız şeklinde. Hani mikroskobik kar taneleri gibi, altıgenler, sekizgenler şekilde. Üstümüz başımız, beremiz, ellerimiz her yerimiz pamuk gibi yıldızlarla doluyor, adeta yıldız yağmuruna tutuluyoruz. Hasılı, harika hissediyoruz!

Mutluluk; sabahın erken saatinde yaşadığım bu sahnenin güzelliğinde. Okula gitmeden Selim, kağıttan uçakları ile oynuyor. Kerim’se pet şişeden bozma araba oyununa, ağbisini davet ediyor. Ne de olsa yalnız oynamayı sevmiyor. Getirip her iki ezik şişeyi, işaret ediyor: ‘A-bi o-tuu (otur) a-a-ba’ ve eşlik etmesini istiyor kendisine. Ağbi kırmıyor kardeşini, bırakıp oyununu en tatlı yerinde, kuruluyor bineğine. Ve arka arkaya verip, ittire kaktıra arabacılık oynuyorlar. Gönlünü yaptığı kardeşini bırakıp daha sonra, oyununa dönüyor ağbi. Aralarındaki muhabbet, ağbinin merhameti gözlerimi yaşartacak kadar mutlu ediyor beni.
“Beri yandan düşünüyorum, ben oyun isteyen Selim’i kolayca reddederken, o nasıl da peygamberi bir şefkatle kırmıyor kardeşini. Çocukların güzel ahlakını örnek almalı demek ki!”

Mutluluk; müthiş bir sanateseri olarak gördüğüm, rengine, tadına, şekline şemaline bayıldığım NAR’ın her halinin güzel olduğunu farketmede. Ağacı, üstelik sarmalanmış gövdesi ile, narin yaprakları, baharda açan enfes nar çiçekleri ve elbette kusursuz meyvesi ile. Ve mutluluk; bu ağacı çok yakınımda bulmakta. İstanbul’da hatta.
Şükürler olsun; her yanı elem, her yanı keder içindeki şu zor dünyada bana sayısız mutluluk ve şükür sebebi verene. İçimi, dışımı, hanemi huzurla doldurana ve bizleri esirgeyene!

Hiç yorum yok: