Bizim cephede
düşünme, taşınma konuları had safhada şu sıra. İngiltere’ye gitmek henüz
kesinleşmemişse de, bende gitme hüznü hasıl oldu bile. Böyleyimdir ben
zaten;
“Gelirim; ‘Oh! Şükürler olsun, İstanbul’a kavuştum!’ der sevinirim, sanırsın ki sürgündeydim, dururum bir süre; iyimser ve keyifliyimdir, ardından sızlanmalar baş gösterir; giderek iyimserliğimi kaybeder, buraya gelmek için kendime olumlu telkinde bulunduğum ne varsa kötülerim, böylece kendimi gitmek için sahici sebeplerim olduğuna inandırır, sonunda da ikna ederim ve gitmek isterim, ivedilikle hem de. Gitmeye yakın da epeyce hüzünlenirim. Hele tam giderken hele ki havalimanı yolu üzerindeyken; sanki beni bu şehirden zorla ayırmışlar gibi; gözüm arkada, gözlerim yaşlı, içim buruk ve yüreğim hüzünle dopdolu, kırık şehre veda ederim. Buna rağmen hala gitmek isterim.”
Yeni gelin misali, hem ağlarım hem giderim hasılı.
Sanırım bu duyguların tesiriyle fazlaca İstanbul, fazlaca Selimiye temalı oldu bu Mutluluk Dersleri.
Mutluluk; denize çıkan İstanbul
sokaklarında olmakta. Mutluluk; denize çıkan o sokakların birinde
oturmakta. Mutluluk; henüz gelen akşamın neon mavisi rengini sokaklarda
karşılamakta. Mutluluk; bu renge eşlik eden ezan sesini duymakta.
Mutluluk; henüz yanan sokak lambalarının aydınlattığı sokakların
nostaljik ve romantik havasında. Mutluluk; böylesi zamanlarda, böylesi
sokaklarda bir başka haleti ruhiye ile dolaşmakta!
Mutluluk; rüzgarlı ve kapalı havanın
etkin olduğu bir günde dahi İstanbul’un güzelliğinden hiçbir şey
kaybetmetmediğini, bilakis ziyadesiyle güzelleştiğini görmekte.
Mutluluk; pastel tonlara bürünen göğün ve bu renge paralel giden denizin
ve şehrin silüetini berraklaştıran sert rüzgarın oluşturduğu muazzam
manzarayı seyretmekte. Ve mutluluk, rüzgarın kulağıma getirdiği coşan
martıların şarkılarını dinlemekte. Hasılı mutluluk; doyamamak bu nadide
güzelliğe!
Mutluluk; yaprakların görsel şöleninde.
Mutluluk; herbirinin eşsizliğini görmek ve kaybolmayı istemek içlerinde.
Mutluluk; bir olmayı istemek evrenle ve bazen bakarken böylesi bir
güzelliğe, hissetmek bir olmayı derininde.
Mutluluk; kapalı bir günün sonunda, kara
bulutlardan sıyrılıp ortaya çıkan ve vedalaşmadan hemen önce, harika
bir sürprizle bizleri selamlayan güneşi ve onun gün batımına denk düşen
enfes renklerini görmekte. Mutluluk; güneşli, açık Kış günlerinin ferah
ve renkli gökyüzünü seyretmekte. Baktıkça hücrelerine dek ferahladığını
hissetmekte. Ve mutluluk; guruba karşı aşk ile meşk ile dolup taşmakta,
maşuğuna bir kez, bir kez daha hayran kalmakta.
Mutluluk; içtenlikle birbirini seven
kardeşleri seyretmekte. Küçüğün ağbisine olan derin sevgisi ve devamlı
ilgisini istemesi, bu sebeple büyük televizyona dalmışken gidip ağzının
içine girmesi, büyüğün en sevdiği filmde bile kardeşine ilgiyle dönmesi
ve hatta bazen -Kerim’cim seni unutmadım, sadece filme dalmıştım-
diyerek onu ihmal etmediğinin altını çizmesi ve şefkatle okşaması,
sevmesi kardeşini, ardından büyüğün tekrar televizyona yönelmesiyle,
küçüğün ağbinin bedeninde nereye denk gelirse orayı öpmesi, büyüğün
tekrar silkinmesi ve öpücük yağmuruna tutmaları birbirlerini, ardından
sevgiyle kucaklaşmaları mutluluktur, çok büyük mutluluktur. Ve böylesi
bir mutluluk, çekilen sıkıntıların tümünü unutturur. Hatta şükrün
doruğuna ulaştırır bu mutluluk!
Mutluluk; doymadığım kahve çeşitlerinde. Misalen, bu kez, Muskatlı Dibek Kahvesi’nde mutluluk!
Mutluluk; pürüzsüz, engelsiz, safi tan
kızıllıklarına şahit olmakta. Mutluluk; bayıldığım günbatımlarına, eşsiz
tan kızıllığına ulaşmanın kolaylığında. Mutluluk; bir adım ötemdeki
Harem sırtlarından yakaladığım berrak günbatımlarında ve buna şahit
olmakla kendimi şanslı ve özel saymakta.
Mutluluk; kara yağız oğlumla, kar beyazı
oğluma bakıp; iki farklı surette, iki farklı dünyayı evime gönderene
binlerce kez, minnetle şükretmekte. Mutluluk; biraz büyüseler de, anne
için özel olan minik elleri seyretmekte. Hele bileğinden sıyrılmışsa
giysisi ve açılmışsa yarı tombik elleri!
Mutluluk; günışığının etkisiyle rengi
her an yeni bir tona, yeni bir güzelliğe dönen, penceremdeki minik
kaktüsü seyretmekte ve sevmekte.
Mutluluk; Selim’in uzunca süredir
sayıkladığı -kahvaltıya bizim köfteciye gidelim anne- cümlesi üzerine,
İlter’in de burada olması hasebiyle, zorlukla kendimizi dışarıya
attığımız ama devamında pek huzurlu ayrıldığımız Filizler Köftecisi’ne
gitmek ve bu enfes manzarayı yeniden görmekte.
Mutluluk; ara sıra yenen bir dilim
pastanın lezzetinin, her an yenen pastanın lezzettinden kat be kat güzel
olduğunun farkına varmakta. Mutluluk; her daim yenenin, kıymeti
harbiyesinin kalmadığını farkedip; az yemenin ve nadiren yenen leziz
yiyeceğin ne denli kıymetli olduğunu anlamakta. Ve buna tutulup, her
daim yemekten, bile bile, değil ki diyet zoruyla vesaire, kendi
rızasıyla kaçınmakta. Ve bunun için kendini kutlamakta.
Mutluluk; doğanın suya düşen kusursuz
aksini seyretmekte. Mutluluk; ağaçları muhabbetli bir dost gibi görmekte
ve sevmekte onları; heybetli ve sıcak gövdesiyle, kapsayıcı cömert
dalları ve her biri bir başka özel ve güzel olan yaprakları ile. O
yapraklar ki; dalında başka güzel, rüzgarın tesiriyle yere düşerken ve
gelin gibi süzülürken başka güzel, kaldırıma düşmüşken başka, toprağa
düşmüşken başka güzel ve suya düşmüşken güzel, çok güzel hem de.
Mutluluk; sudaki hareketlenmenin oluşturduğu dairesel dalga şekillerini
izlemekte. Ve doğanın devamlı hareket halinde olduğunu, durağanlıktan ne
denli uzak olduğunu aynel yakin farketmede.
Mutluluk; evde pişen kekin kokusunun
verdiği tatlı huzurda. Mutluluk; pişmekte olan kekin kokusunun, evin
odalarını dolaşması gibi içimin odacıklarında da dolaşması ve huzurumu
kat be kat arttırmasında. Mutluluk; nadir de olsa böylesi anların
oluşmasında ve sevinmek buna. Koku hafızası yoluyla, çocuklarım için
Mutlu Anlar Seremonisi oluşturmak adına verdiğim üstün (!) gayretten
dolayı da kendimi kutlamakta mutluluk.
Mutluluk; Mavi Yıldız Ağacı dediğim bu
ağacı keşfetmekte. Ve ilişip yanına, sokulup iyice yıldızlarına mest
olmakta mutluluk. Ve bu yıldızların başka yıldızları ilk gördüğüm anı,
heyecanı hatırlatması: 2009 Kışı. St.Petersburg’dayız. Kar yağıyor gene.
Normal buluyoruz. Derken Selim’in arabasına düşen kar tanelerine
ilişiyor gözümüz. Lapa lapa değil, top gibi de değil; bildiğimiz yıldız
şeklinde. Hani mikroskobik kar taneleri gibi, altıgenler, sekizgenler
şekilde. Üstümüz başımız, beremiz, ellerimiz her yerimiz pamuk gibi
yıldızlarla doluyor, adeta yıldız yağmuruna tutuluyoruz. Hasılı, harika
hissediyoruz!
Mutluluk; sabahın erken saatinde
yaşadığım bu sahnenin güzelliğinde. Okula gitmeden Selim, kağıttan
uçakları ile oynuyor. Kerim’se pet şişeden bozma araba oyununa, ağbisini
davet ediyor. Ne de olsa yalnız oynamayı sevmiyor. Getirip her iki ezik
şişeyi, işaret ediyor: ‘A-bi o-tuu (otur) a-a-ba’ ve eşlik etmesini
istiyor kendisine. Ağbi kırmıyor kardeşini, bırakıp oyununu en tatlı
yerinde, kuruluyor bineğine. Ve arka arkaya verip, ittire kaktıra
arabacılık oynuyorlar. Gönlünü yaptığı kardeşini bırakıp daha sonra,
oyununa dönüyor ağbi. Aralarındaki muhabbet, ağbinin merhameti gözlerimi
yaşartacak kadar mutlu ediyor beni.
“Beri yandan düşünüyorum, ben oyun isteyen Selim’i kolayca reddederken, o nasıl da peygamberi bir şefkatle kırmıyor kardeşini. Çocukların güzel ahlakını örnek almalı demek ki!”
Mutluluk; müthiş bir sanateseri olarak
gördüğüm, rengine, tadına, şekline şemaline bayıldığım NAR’ın her
halinin güzel olduğunu farketmede. Ağacı, üstelik sarmalanmış gövdesi
ile, narin yaprakları, baharda açan enfes nar çiçekleri ve elbette
kusursuz meyvesi ile. Ve mutluluk; bu ağacı çok yakınımda bulmakta.
İstanbul’da hatta.
Şükürler olsun; her yanı elem, her yanı
keder içindeki şu zor dünyada bana sayısız mutluluk ve şükür sebebi
verene. İçimi, dışımı, hanemi huzurla doldurana ve bizleri esirgeyene!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder