20 Haziran 2011 Pazartesi

Haftanın Blogu'nun ilk konuğu

Blogspot’tan apar topar dışarı edildiğimiz, WordPress’e sürgüne gönderildiğimiz zamanlardı. Hani telaşla, ‘ne kurtarsam kardır!’ hesabıyla toplayıp çıkınlarımızı, çıkmıştık Blogspot yurdundan. Hani hanemize bomba düşmüş misali dağılmıştık çil yavrusu gibi. Rutinimiz, düzenimiz tarumar edilmişti. Ben, blogdaşlarım, herkes can derdine düşmüştü. Göz gözü görmüyordu. Ortalık sakinleyince birbirimizi bulmaya girişmiştik hani, bulunca da şenlenmiştik çocuklar gibi. Lakin yurdundan kovulan herkes gibi burkulmuştu içimiz, yeni dünyaya; WordPress’e verip veriştirmekte bulmuştuk çareyi. Neden sanki Blogspot’a benzemiyordu, neden sanki menüleri farklıydı, neden ‘İzleyiciler’ yahut ‘İzleme’ eklentisi yoktu, neden Blogspot gibi bir ağ kurmayı mümkün kılmıyordu vesaire vesaire… Hasılı eskiyle, yeninin kıyası bitmek bilmiyordu. Blogspot ne kadar sıcak, yakın, ‘bizim’ idiyse, WordPress o denli soğuk, uzak ve ‘öteki’ idi bize. İşte bu dönemlerde tanıştım bu blogla.
 
O güne dek, bir tek blog dışında (ki onu da ayrıca yazmayı düşünüyorum)  pek de tanışık olmadığım WordPress’e ikinci aşinalığım bu blogla oldu. Ve gene bu blog, Blogspot ağı dışında kalan gerek WordPress’li,  gerekse ‘.com, .gen, .net’  vs. uzantılı bağımsız blogların varlığına uyanmama vesile oldu.
Bu nedenle Haftanın Blogu’nun ilk konuğu; tanıdığım ilk günde, blog tanıtımı fikrini zihnimde şekillendiren, yapılacaklara dair tüm koordinatları veren ve bu işi kesinlikle yapmam gerektiği hususunda fitili ateşleyen   Rüzgar’lı Günlerim ve Gecelerim’dir. 

Bu blog, blog sahibi Görkem, Görkem’in nadide oğlu Rüzgar ve Rüzgar’ın daha da nadide ve caanım anneannesinin (Emoş Teyzemin) hikayelerini barındırıyor daha çok. Elbette Görkem’in kendine ait, hayata dair yazıları da mevcut. 

Görkem samimi ve sahici bir üslubunun arasına, zeki nüktelerini de serpiştirince hikayeler tadından yenmez oluyor. Hatta öyle güzel harmanlıyor ki bunları, acısında bile karalar bağlamıyor, bağlatmıyor. Oysa kısa bir süre önce babasını kaybetmiş. Bunu da öyle ince bir üslupla dillendirmiş ki, yaşadığı (yaşadıkları) hüznü, mütebessim bir hüzne dönüştürmeyi başarmış.

Genellikle gülümsetiyor okuduklarım beni, ama bazen mütevazi tebessümler yerini epeyce gürültülü kahkahalara bırakıyor. Ve okuduktan epey süre sonra bile, farzı misal bulaşık yıkarken, çamaşır sererken, kısaca kendimle başbaşa iken(!) yakalıyor beni okuduklarım, gülümser bir enstantane beliriyor zihnimde ve tekrar tekrar canlanıyor yaşamış gibi olduklarım. Örneğin en son yazılarından birinde, Rüzgar’lı tatil maceralarını yazmış Görkem ve şu paragraf  düştükçe aklıma, paragrafa denk düşen manzaralar canlandıkça aklımda, mest ediyor Rüzgar’lı Günler ve Geceler beni: “Oğluuumm, havuz kenarında koşma” “Rüüzgaarr, çişini o ağaçlara yapamazsın” “Rüzgarcım, dudakların mosmor olmuş, hadi çık artık” “Ümiitt, Rüzgar yere çömelmiş, Allahım olamaz kakasını yapıyo galiba”

Görkem’i tanıtırken içinde bolca “gülme, güldürme” sözcükleri geçen cümleler sizi yanıltmasın. Reel hayata denk düşen çok iyi tespitleri de mevcut. Misalen; Doğum Günü & Evlenme Yıldönümüne dair yazdığı yazı ve şu paragraf şiir gibi değil mi? 

“Görkem: Rüzgar’cım, lütfen odanı çok dağıtma olur mu, doğumgünümde etrafı toplamakla uğraşmak istemiyorum.
Rüzgar: Neden, burda mı yapacaksın partini?
Aslında öyle basit ki hayat. Onun odasında bir işim yok ki, dağılırsa da dağılsın di mi? Çok şey var öğreneceğimiz daha… Ne demiştik az önce: “Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı , kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir , ya kıymet bilmeyiz. Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır, ne tefritte. Sufi daima orta yerde…”
Aslında ben Görkem’i tanıtmakta geç kaldım. Nitekim Radikal Gazetesi onu benden çok önce yakalamıış da manşetten basmış:)
Ben susayım,  Görkem konuşsun artık. Buyrunuz →

Hiç yorum yok: