‘Gittim,
yaşadım, geldim!’ demeliyim ben ancak. En evvela bir şehre girdiğimde
bağımsız olmalıyım. Zihnimi boşaltmalı, sorumlulukları atmalıyım.
İnsandan, zamandan, telaştan azade olmalıyım. Beş duyumu gezintiye
adamalı, avare olmalıyım. O şehrin insanlarına karışmalı, doğal bir
günün akışına kapılmalıyım. Varsa fırınından ekmek almalı,
marketine merakla dalmalıyım. Bilmediğim neler var, telaşsız
kurcalamalıyım. Vitrinleri aheste aheste seyre dalmalıyım. Gözüme
kestirdiğim, hoş görünen bir kafeye uğramalı, ağır ağır kahvemi
yudumlamalıyım. Kuytu bir masaya çekilip insanlara rahatça bakmalı, o
insanlara dair hikayeler uydurmalıyım. Dillerini bilmiyorsam da
konuşmalara kulak kabartmalıyım. Ve bilebildiğim iki kelime dahi olsa
bundan devasa bir senaryo çıkarmalıyım. O şehirliymiçcesine hesabı
ödemeli ve özgüvenle yerimden kalkmalıyım. Sokaklara vurmalıyım kendimi.
Şehrin ta kalbine varmalıyım.
Günün ilk
ışıklarıyla uyanmalıyım. Sabah tazeliğinde, vakit kaybetmeden sokakları
arşınlamalıyım. Şehri böylece sadeliğinde yakalamalı, sabahın kokusunu
zihnime kazımalıyım. Sihirli gibi dünyalara kapı açan metroları ya da
otobüsleri kullanmalıyım. Vardığım duraklarda dilediğimce
konaklamalıyım. Uzun uzadıya yemeklerle vakit kaybetmemeli,
atıştırmalıkla ayaküstü idare etmeliyim. Ve akşam çöktüğünde şehir
ışıklarını selamlamalı, sarmaş dolaş olduktan sonra yoluma koyulmalıyım.
Hasılı,
şehrin kokusuna, dokusuna, suyuna, toprağına bütünüyle bulanmalıyım.
Öyle ki o şehir kokmalıyım. Duyularıma yer etmeli şehir. Bende iz
bırakmalı ve dahi beni değiştirmeli. Şehirden çıkan ben ile şehire giren
ben arasında, az yahut çok, ama illa ki bir fark olmalı. Ve bellek
kutumu tıka basa doldurup ayrılmalıyım o şehirden.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder