12 Eylül 2010 Pazar

Ağzı olan Konuşuyor!

Çocuk yetiştirme ve çocuk eğitimi üzerine müthiş bir kaynak patlaması var. Günümüz annelerinin zaaflarını fark eden fırsat fareleri bu işi ranta dökmek için olur olmaz her türlü kitabı piyasaya sürmekte. Biz zavallı anneler de özellikle ilk çocuk dünyaya gelmeden daha, gerekli gereksiz kitapları alarak önce evimizi sonra beynimizi dolduruyoruz tıka basa ve kaba saba. Fayda getireceğini sandığımız şey ise maalesef sonradan farkettiğimiz bilgi kirliliğinden ibaret.

Şimdi o kitapları okumak için harcadığım pek kıymetli zamanımı düşündükçe yazıklar olsun diyorum. Keşke o vakti çocuğumla geçirmek için harcasaymışım da doğallıkla yetiştirseymişim çocuğumu. Öyle kitaplar vardı
ki okudukça dehşete düşüyordum. Mesela birinde -çocuğunuza asla ve kat'a bağırmayın- diyordu. Çünkü bağrılan çocuğun zekası geriliyormuş. Öylesi böylesi hiçbir alternatifi yokmuş gibi tam bir kesinlikle dile getirilen bu bilgi delirtmeye yetiyordu beni. Ben bu kitabı okumadan evvel Selim'e bir çok defa bağırmışım mesela, eee ne olacaktı şimdi? O zamanı geri getiremeyeceğime göre ve bu kural da kesin olduğuna göre (!) Selim'de maazallah zeka gerilemesi olacaktı. Ne yapmalıydım peki? Ben de sırf bu maddeden ötürü günlerce bunalımda, günlerde ağlamaklı ve çocuğunu bağırmaktan daha da perişan edecek bir sürü eylem içinde buluyordum kendimi haliyle. 

Tabi okuduklarım arasında ne sadece bu kitap vardı ne de bu madde. Selim 1 yaşına girdiğinde şükürler olsun ki ayıldım bu halden. Birden yaptığım saçmalığın farkına vardım. Tüm kitaplarımı ayırt etmeden bıraktım olduğu yerde. Kimi İstanbul'da kaldı, kimi Moskova'da kimi Petersburg'da.  Hala bile etkisinde kaldığım bu leş kitaplardan kurtulmak hayatım boyunca yaptığım en iyi işti ve kendimle gurur duyduğum nadir işlerden biriydi.

Bir de çoğalan Tv kanalları ile her kanalda boy göstermeye pek meraklı uzmanlar... Bunlardan bilhassa kaçmalı insan. Her biri kendine göre tek doğruyu söylüyor; tam bir kendini beğenmişlikle ve tam bir kesinlikle. Ortalığın paranoyak, robotik, prototip, panik ataklı anneler, kadınlar, erkekler ile ve bunların uzantısı olarak piskopat, robotik, prototip çocuklarla dolmasına neden oluyorlar. Bir uzmanın ak dediğine diğeri tam bir kesinlikle kara diyor, bir gün iyi olan bir öneri ertesi gün kötü oluyor, bizler de ne yapacağımızı bilmez halde ama nedense hiç irdelemeden indiriyoruz beynimize bunları. Ve uygulamaya uğraşıyoruz canhıraş bir biçimde.

Salt çocuk eğitimi konusunda değil bu dediklerim; dikkat edin günümüzün son trendi sağlıklı, doğal, organik yaşam çılgınlığı konusunda da ağzı olan konuşuyor. Ortalık uzman kaynıyor. Yetmiyor bir de uzmandan çok uzman kesilen, kendini bilmez, şuursuz sunucu kaynıyor ortalık. Her kafadan bir ses çıkıyor ve izleyiciler neredeyse -yaşamak için yaşarken ölmeli- moduna sokuluyor. Bir gün yumurta yememeli diyor birileri ertesi gün bu bilgi yalanlanıyor, biri dereotu yiyin diyor zayıflamak için öbürü biberiye ve daha neler. Çevremde bu hastalığa yakalanmış onlarca insan sayabilirim. Hastalık hastası olmuş. "Aaa, aman onu yemeyin, aaa aman şu sebzeden bol yiyin, aaa radyasyon yayıyormuş elektronik aletlerinizi kapayın, aaa siz hala ruşeymsiz ekmek mi yiyorsunuz, aa şu, aaa bu .." diye deliren insanların ne denli can sıkıcı olduklarını anlatamam. 

Şöyle bir silekelenmesem ben de bu pis girdaba girip dolanabilirdim. Ama şükürler olsun ki aykırı tarafım var ve şükürler olsun ki herkesin yaptığı bende tiksinti uyandırdığından özellikle zıddını yapıyorum böyle şeylerin. Tv de konuşan bir doktor, bir uzman görsem elimin tersiyle itiyorum, gazetede görsem bir satırını bile okumuyorum. İnadına hiç yaklaşmıyorum bu türden şeylere.

Şu doktor programları türedi bir de. Geçenlerde evde misafirler izliyor diye kapatamadım, haliyle kulağıma çalındı söylenenler. Diyor ki doktor olan, eğer mide ülseriniz varsa bilmem ne yemeyin, kesinlikle bilmem ne hastalığı yapar. Diyelim bende mide ülseri var ve ben o bahsettiği maddeden yedim. O halde benim kaçarım yok, ben bittim, ben öldüm çünkü o doktorun dediğine göre opsiyonsuz ve kesinkes o ağır hastalığa yakalanacağım. Öyleyse ölmeli insan. İnsanın ümidini öldürmektir yaptıkları. Ve bence inancını da. 

Gene böyle denk geldiğim bir doktor programında bebek-anne ilişkisinden bahsediyordu doktor. Ve şöyle dedi: "Bebek dünyaya geldikten hemen sonra annenin kucağına verilmeli, ilk bağ kurulmalı. Çünkü yapılan araştırmalar, anne ile ik bağı kuramayan bebeklerin ileride cinsel tacizlere maruz kaldıklarınıı gösteriyor. " son cümledeki kesinliğe dikkat lütfen: cinsel tacize maruz kalabileceklerini yahut kalabilme ihtimallerinin olduğunu gösteriyor değil, cinsel tacize maruz kaldıklarını gösteriyormuş. O noktadan sonra sanırım anneliğimi, etrafımda çocuklarımın olduğunu, kadınlığımı, ahlaki değerlerimi, herşeyimi unutup o doktora verip veriştirdiğimi hatırlıyorum bir tek. Ve delice sövdüğümü. Nitekim Kerim'i doğumdan hemen sonra yoğun bakıma almışlardı ve 2 gün boyunca orada kalmıştı. Bu iki gün zarfında sadece 2 kez dokunabilmiştim ona, ki o da doğumdan epeyce sonraydı. Ne yapacaktık peki? Bu uzmana (!) göre bu tezin ucu da açık değildi ve tam bir kesinlikle söylenmişti. Bu olay bana biz kez daha gösterdi ki; her söylenen ciddiye alınmamalıydı. Hele böyle Tv'lerde boy gösterenler asla ve kat'a dikkate değer bulunmamalıydı.

İşin trajik yanı şu oldu. Sağlıklı yaşam gurusu Dr. Mehmet Öz'de kanser şüphesi ortaya çıkmış. Anlamıyorum demiş herşeyi doğru yaptım nasıl oldu da böyle bir risk çıkar bende...inşaallah sadece risk olarak kalır, gerçeğe dönüşmez ama  işte hayat budur diyesim geldi o an. Tek doğru yoktur hayatta ve herşey bizim kontrolümüzde değildir. Boşuna kendimizi sağlıklı yaşayacağız diye öldürmeyelim. Paranoyak, manyak, panik atak vs. olmayalım. 

Atalım bu kirli bilgileri içimizden, bildiğimiz gibi yaşayalım. Herşeyden yiyelim, herşeye dokunalım, herşeyi hissedelim ve olumlu düşünelim. Yaydıkları bu deli saçmalarına ve paranoyalara prim vermeyelim. "Ah, eyvah  beyaz ekmek yedim kurtuluşum yok deyip panik ataklar geçireceğimize bundan yesem noolur, diyelim mesela. Bu da verilmişse mutlaka bunun da bir sebebi vardır, deyip olumlandıralım kendimizi ve her eylemimizi.

Secret, diye bir kitap vardı çok satanlarda. Kitabı okuyunca aslında tüm olan bitenin pozitif düşünmek olduğunu anladım bir kez daha. Ve pozitif düşünmenin merkezinde de ümit beslemek olduğunu. 

Benim kabülümse şunlardır; 

"Güzel bakan güzel görür, güzel gören güzel düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır." 

"Dostum sen düşünceden ibaretsin. Gül düşünür gülistan olursun, diken düşünür dikenlik olursun." 

Hz. Mevlana.

5 yorum:

anne kaleminden dedi ki...

soluksuz okudum :) güzeldi...

anneyazar dedi ki...

sen yine de çocuklara daha az bağırmaya çalış olur mu :))

Deli Anne dedi ki...

ahh evet evet evet! tiksiniyorum bağırmaktan ve ortaya çıkan o çirkin sesten.

Selcen dedi ki...

oh beee rahatladım :))) Dr Öz hakkında ben de aynı şeyi düşünmüştüm, yani nasıl olur demesine...Hayat bu herşey gelebilir insanın başına...

defne naz dedi ki...

Arkadaşım Ben senin eski yazıları okuyamamıştım. sonunda fırsat buldum. Okudukça seni kendime daha bir yakın hissettim.
Bende öyleyimdir hiçbirşeye körü körüne bağlanmam, yaptığım şeyin mutlaka akılma ve mantığıma uyması gerekir. Hele hiç çocuk büyütmemiş ya da çocuğu olmayan şu kitap yazarlarına ve Dr ların söylediklerine hiç kulak asmam.
Bu yüzden Dr seçerken mutlaka çocuğu olan çocuk Dr seçtim. Beni en iyi anlayan yine benim gibi benim koşullarımda olamlıdır diye düşündüm.